Pandemi sonrasında havayolunu tercih eden yolcuların, yeni normaller gereği birçok yeni ve zor prosedürle karşılaşmasının, seyahat alışkanlığının yeniden kazanılması sürecini sekteye uğratacağını düşünenlerdenim. Uçakla seyahatin yeniden eski günlerine dönebilmesi için, sağlık riskinin sıfıra yakın olması ile birlikte, ülkelere göre değişen ve bir standardı olmayan seyahat kurallarının yeniden eski standartlara dönmesinin gerekliliği ortada… Uluslararası uçuşları bırakın, iç hat uçuşlarında dahi, yolcular tarafından bilinmeyen birçok uygulamanın olduğunu ve bu noktada, havayolu şirketlerinin iletişim kanallarının anlık olarak yolcuları bilgilendirme konusunda yetersiz kaldığını, bizlere kadar ulaşan şikayetlerden anlayabiliyoruz.
Pandemi öncesinde; uçakların güvenliği, uçuş esnekliği ve konforu gibi faktörler ile birlikte, havayolu ulaşımının tercih edilmesindeki en önemli etkenlerden biri de havalimanlarına ve uçağa ulaşımın sağlanmasındaki kolaylıktı. Buna ilişkin olarak, hem havalimanı ulaşımı noktasında farklı ulaşım seçenekleri sunulur hem de havalimanı kapısından giriş yapan bir yolcunun en kısa sürede bilet işlemlerini yaparak uçağa geçişinin sağlanması amaçlanırdı. Bu amaçla, uçağa binişi hızlandırıcı önlemler alınır ve buna yönelik teknolojik yatırımlar da havaalanı ve havayolu işletmecileri tarafından sürekli şekilde yapılırdı.
Bugün geldiğimiz noktada; ülkelerin kendi içlerindeki sokak kısıtları ve seyahate engel teşkil eden katı kurallar ile yurtdışı uçuşlarında uygulanan PCR testi zorunluluğu(ülkelere göre zaman aralıklarında geçerli olan- 24 saat/72 saat gibi), karantina uygulaması ve bu kuralların anlık olarak güncellenme olasılıkları, zorunlu seyahatler dışındaki yolcu hareketini kısıtlamak için geçerli sebepler olarak ortaya çıkıyor.
Yolcular açısından baktığımızda, yukarıdaki nedenlerden ötürü seyahate geri dönüşün sıkıntılı bir süreçten geçeceğini söylemek mümkün. Tabi sadece yolcular açısından değil, hem havacılık çalışanları (özellikle uçuş ekipleri) hem de uçakların geri dönüşü konusunda da havacılık sektörünü sancılı bir sürecin beklediğini ön görebiliriz.
Mart ayından itibaren bütün dünyadaki havayolu şirketleri, kargo ve tahliye uçuşları hariç neredeyse tüm operasyonlarını iptal etmiş, birçok havayolu şirketi kapasitelerinin sadece yüzde 10’u kadarını kullanmak durumunda kalmıştı. O günden itibaren hiç uçuş yapmadan aylarca uçaklarını ve ekiplerini yerde tutan havayolu şirketleri de oldu. Tam da o günlerde, havayolu şirketleri Mayıs ayı sonundan itibaren yeniden yavaş yavaş uçaklarını aktif hale getirirken, bazı sıkıntların da, normalden çok daha fazla yaşandığını gözlemleyebiliyorduk. Bu denli operasyon yoğunluğunun az olduğu bir dönemde, yer kazalarındaki dikkat çekici artış, operasyonlara verilen uzun süreli aranın geri dönüşünde, genel bir motivasyon düşüklüğü ve konsantrasyon kaybının bir sonucu gibiydi. Sanıyorum, ölümcül bir salgının psikolojik etkilerinin yanı sıra, sektördeki küçülme sonrası çalışanların yaşadığı işlerini kaybetme korkusu, motivasyonun düşmesinde ve konsantrasyonun bozulmasındaki en önemli etkenlenden biriydi ve bu da yer kazalarını önceki yıllara göre ciddi oranda artırmıştı.
Elbette yer kazalarından daha dramatik olan şey ise, bir uçak kazası yaşanması olasılığı idi. Böylesine bir dönemin içerisinde, uçakların geri dönüşünde teknik ve yapısal hataların uçak kazalarına neden olması faktörü ile birlikte, yerdeki çalışanlar gibi motivasyonu ve konsantrasyonu düşük ve belki de yetersiz eğitim ile pratikten yoksun olarak kokpite oturan uçuş ekiplerinin neden olacağı kazalardan korkuluyordu.
Mayıs ayı sonunda Pakistan Havayolları uçağının iniş sırasında yaşadığı kaza, bahsettiğimiz endişeleri haklı çıkaran bir sonuç ortaya çıkarmıştı. Düşen uçağının kaydedilen kokpit konuşmalarında, pilotların uçuşun başından itibaren sadece salgın ile ilgili sohbet ettikleri ve bu durumdan kaynaklı endişelerinin bir hayli fazla olduğu da ortaya çıkmıştı.
Uzun süre görev almayan pilotların, zihninin salgınla meşgul olduğu bir dönemde yaşadığı bu kaza, havayolu şirketleri için adeta bir ders niteliğindeydi.
Kabus gibi geride bıraktığımız 2020 yılı, uçuş operasyon hacminin bir önceki yılın yarısı bile olmadığı bir dönemde, ölümcül kaza sayısı açısından, bir önceki yılın üzerinde sonuçlar ortaya çıkarması, yukarıda bahsettiğim sıkıntılardan kaynaklı idi.
Ve bugüne geldiğimizde…
Pandemi devam ediyor ve yine bir uçak kazası yaşandı. Bu kez haber Endonezya’dan… Altı ay kadar süreyle yerde kalan bir uçağın neden olduğu kazanın nedeni şimdilik belli değil. Ancak kaza sonrası öncelikli olarak gündeme gelen konulardan biri de yukarıda değindiğim gibi, “ Acaba uçağın uzun süre yerde kalmasından kaynaklı teknik veya yapısal bir sıkıntı mı yaşandı? Ya da Pakistan’da düşen uçaktakine benzer şekilde kazada insan faktörü mü etkili oldu?”
Bütün bunlar kara kutu incelemelerinden sonra ortaya çıkacak. Ancak şu bir gerçek ki, hem yolcuların, hem uçakların hem de uçuş ekiplerinin yeniden uçuşa dönme süreçleri son derece sancılı olacak. Ve bu tür kazalar, seyahat alışkanlığının yeniden kazandırılması noktasında, yolcuların aklında hep soru işareti olarak duracak.
Facebook Yorum